Sık Sorulan Sorular

Doğa Danış, sivil toplum kuruluşlarının alan savunma ve karar verme mekanizmaları kapsamında ihtiyaç duydukları hukuki ve teknik konular ile iletişim yollarıyla ilgili destek olmak amacıyla kurulmuştur. Sık Sorulan Sorular, STK'ların bu kapsamda ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşmaları amacıyla hazırlanmıştır.


Çevre Hukuku

Çevresel etki değerlendirmesi ve avcılık ihalelerine karşı açılacak davalarda dava usulü diğer idari davalardan farklıdır. Önemi gereği çevre davalarına ilişkin ivedi bir yargılama usulü öngörülmüştür.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20/A maddesinde ivedi yargılama usulü düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemleri ile 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca, idari yaptırım kararları hariç çevresel etki değerlendirmesi sonucu alınan kararlara karşı açılacak davalarda ivedi yargılama usulü uygulanır.

Bu usulde dava açma süresi otuz gündür. Çevresel etki değerlendirmesi hakkında verilen kararlar, projeden etkilenecek veya etkilenmesi muhtemel halkın yaşadığı yer/yerlerde, ilgili belediyeler ve muhtarlıklarca anons edilir; yine etkilenecek veya etkilenmesi muhtemel halkın yaşadığı yer/yerlerde, il müdürlüğü, kaymakamlık veya muhtarlık binasında bulunan askı ilan yerlerinde yapılan yazılı duyuru yöntemiyle ilan edilir; ayrıca Bakanlığın internet sitesinde de bu kararlar yer alır. Bu yöntemlerle karar öğrenildiğinde dava açma süresi başlar. Her kararın duyurulma şekline ve davacının bu kararı öğrenme şekline göre dava açma süresi davacı yararına da yorumlanabilmektedir.

İvedi yargılama usulünde idarenin üst makamına başvuru yolu yoktur. Doğrudan dava açılması gerekmektedir.

Yedi gün içinde ilk inceleme yapılır ve dava dilekçesi ile ekleri tebliğe çıkarılır. İdarenin savunma süresi dava dilekçesinin tebliğinden itibaren on beş gün olup, bu süre bir defaya mahsus olmak üzere en fazla on beş gün uzatılabilir. Savunmanın verilmesi veya savunma verme süresinin geçmesiyle dosya tekemmül etmiş sayılır. Yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilecek kararlara itiraz edilemez.

Bu davalar dosyanın tekemmülünden itibaren en geç bir ay içinde karara bağlanır. Ara kararı verilmesi, keşif, bilirkişi incelemesi ya da duruşma yapılması gibi işlemler ivedilikle sonuçlandırılır. Verilen nihai kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. Doğrudan temyiz yoluna başvurulması da bu davayı diğer davalardan ayıran bir özelliktir. Temyiz dilekçeleri üç gün içinde incelenir ve tebliğe çıkarılır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 48’inci maddesinin bu maddeye aykırı olmayan hükümleri kıyasen uygulanır. Temyiz dilekçelerine cevap verme süresi on beş gündür. Danıştay evrak üzerinde yaptığı inceleme sonunda, maddi vakıalar hakkında edinilen bilgiyi yeterli görürse veya temyiz sadece hukuki noktalara ilişkin ise yahut temyiz olunan karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise işin esası hakkında karar verir. Aksi hâlde gerekli inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında yeniden karar verir. Ancak, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan temyizi haklı bulduğu hâllerde kararı bozmakla birlikte dosyayı geri gönderir. Temyiz üzerine verilen kararlar kesindir. Temyiz istemi en geç iki ay içinde karara bağlanır. Karar en geç bir ay içinde tebliğe çıkarılır.

Bu usul avcılıkla ilgili kamu ihalelerinde uygulanır. Çünkü ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemleri de ivedi yargılama usulüne tabidir.


Av. Veli TAŞ

Çevresel etki değerlendirmesi; gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade eder.

Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Çevresel etki değerlendirmesine tâbi projeler ve stratejik çevresel değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir. Bakanlık, T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığıdır.

Faaliyette bulunacak kişilere, çevresel etki değerlendirmesi süreciyle ilgili bir takım idari yaptırımlar bulunmaktadır.

Çevresel etki değerlendirmesi incelemesi yapılmaksızın başlanan faaliyetler Bakanlıkça, proje tanıtım dosyası hazırlanmaksızın başlanan faaliyetler ise mahallin en büyük mülkî amiri tarafından süre verilmeksizin durdurulur.

Çevresel etki değerlendirmesi süreci tamamlamadan inşaata başlayan ya da faaliyete geçenlere proje bedelinin yüzde ikisi oranında idarî para cezası verilir. Cezaya konu olan durumlarda yatırımcı faaliyet alanını eski hale getirmekle yükümlüdür.

Çevresel etki değerlendirmesi sürecinde verdikleri taahhütnameye aykırı davrananlara, her bir ihlal için her yıl değişen tutarlarda idarî para cezası verilir.

Çevresel etki değerlendirmesi sürecine dair adli yani ceza yargısına dair düzenlemeler de yer almaktadır. Buna göre 2872 sayılı Çevre Kanununun 12’nci maddesinde öngörülen bildirim ve bilgi verme yükümlülüğüne aykırı olarak yanlış ve yanıltıcı bilgi verenler, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu Kanunun uygulanmasında yanlış ve yanıltıcı belge düzenleyenler ve kullananlar hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümleri uygulanır. Bu maddeye göre yargıya intikal eden çevresel etki değerlendirmesine ilişkin ihtilaflarda çevresel etki değerlendirmesi süreci yargılama sonuna kadar durur.


Av. Veli TAŞ

2537 sayılı Türk Ceza Kanunun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.

Ceza kanununda çevreye karşı suçlar başlığı altında dört suça yer verilmiştir. Bunlar çevrenin kasten kirletilmesi, çevrenin taksirle kirletilmesi, gürültüye neden olma ve imar kirliliğine neden olma suçlarıdır.

Çevrenin kasten kirletilmesi Madde 181;

Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.

İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Atık veya artıkları izinsiz olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yukarıda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi halinde, beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

Atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi halinde, verilecek ceza iki katı kadar artırılır.

Bu maddenin iki, üç ve dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

Çevrenin taksirle kirletilmesi Madde 182;

Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması halinde, iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.



Av. Veli TAŞ

Her dava açılırken bir takım harç ve giderlerin ödenmesi gerekir. Ancak yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayan kişiler adli yardımdan yararlanarak bu giderleri ödenemeden davalarını sürdürebilir. Yargılama giderleri açısından adli yardım talebi ilgili mahkemeye yapılır.

Avukatlık ücretini karşılayamayacak durumda olan kişiler de avukatlık hizmeti için adli yardımdan yararlanabilir. Avukatlık hizmeti için olan adli yardım başvuruları barolara yapılır.

Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.

Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler.

Türk vatandaşı olmayanların da adli yardımdan yararlanması mümkündür. Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri için kısmen ya da tamamen ödeme gücünden yoksunluk ve talebin açıkça dayanaktan yoksun olmaması şartları yanında, karşılıklılık (mütekabiliyet) şartının da bulunması gerekir.

Karşılıklılık şartı, Türkiye’de adli yardım talebinde bulunan yabancının vatandaşı olduğu ülkede, Türk vatandaşlarının da adli yardımdan yararlanabilmesi ile sağlanır. Karşılıklılık şartının ispatında, iki taraflı veya çok taraflı uluslararası antlaşmalar ve ilgili ülkedeki Türk vatandaşlarına bu hakkın verildiğini gösteren fiili uygulamaların ispatı yeterlidir.

Adli yardım açılmış veya açılacak tüm hukuk davalarında (asliye hukuk mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi, aile mahkemesi, tüketici mahkemesi, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesi, kadastro mahkemesi, icra mahkemesi, iş mahkemesi, sulh hukuk mahkemesi), idari davalarda (idare mahkemesi, vergi mahkemesi), çekişmesiz yargı işlerinde, icra ve iflas takiplerinde, delil tespitinde, ihtiyari tedbir ve ihtiyati hacizlerde geçerlidir.

Baroların verdiği adli yardım kararı, yalnızca ücretsiz olarak avukatlık hizmetlerinden faydalanma imkânı sağlar, yargılama giderinden muafiyet sağlamaz.

Avukatlık ücreti dışındaki diğer yargılama giderlerinden muafiyet için mutlaka mahkemeye başvurulması gereklidir.

Mahkemenin verdiği adli yardım kararı, ilgiliye; yapılacak tüm yargılama ve takip giderlerinden geçici olarak muafiyet, yargılama ve takip giderleri için teminat göstermekten muafiyet, dava ve icra takibi sırasında yapılması gereken tüm giderlerin Devlet tarafından avans olarak ödenmesi, davanın avukat ile takibi gerekiyorsa, ücreti sonradan ödenmek üzere bir avukat temini imkânı sağlar.

Ayrıca idari davalarda, adli yardımdan faydalanan kimselerden yürütmenin durdurulması kararları için teminat alınmaz.

Adli yardım başvurusu barolara veya mahkemelere yapılabilir.

Adli yardım talebi, dava açılmadan önce barolara ve yargılamanın yapılacağı mahkemeye, dava açıldıktan sonra ise yine barolara ve asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeye, icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesine yapılır.

İlk derece yargılaması sona erdikten sonra, yani kanun yolu aşamasında hukuk yargılamasında; bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’a, idari yargıda bölge idare mahkemesi veya Danıştay’a adli yardım başvurusunda bulunulabilir.

Dolayısıyla, yargılamanın tüm aşamalarında adli yardım talebinde bulunulabilir.

Baroya adli yardım talebinde bulunan kişi, talebi hizmetin görüleceği yer adli yardım bürosuna ve temsilciliklerine iletir. Adli yardım bürosu ve temsilcilikleri, talep sahibinden gerekli bilgi ve belgeleri ister. (Başvurucunun üzerine kayıtlı taşınır ve taşınmaz mal bilgileri, başvurucunun aylık kazancı, ailevi durumu, bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı vb.) Başvurucu, talebinde haklı olduğunu gösterdiği delillerle kanıtlamak zorundadır. Adli yardım bürosu ve temsilcilikleri adli yardım talebini baroya ileten başvurucunun talebinin haklılığı konusunda uygun bulacağı araştırmayı yapar, gerektiğinde karar verir.

Mahkemeye adli yardım talebinde bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri (Başvurucunun üzerine kayıtlı taşınır ve taşınmaz mal bilgileri, başvurucunun aylık kazancı, ailevi durumu, bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı, vb.) mahkemeye sunmak zorundadır. Adli yardım talebine ilişkin evrak, her türlü harç ve vergiden muaftır. Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep halinde inceleme duruşmalı olarak yapılır.

Adli yardım hususunda Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen yakın zamanlı bir proje bulunmaktadır. Yukarıda yer verilen bilgilendirmede, projeye dair internet sitesinde yer alan bilgilerden yararlanılmıştır. İnternet sitesi adresi www.adliyardim.adalet.gov.tr/ şeklinedir. Adli yardımla ilgili diğer bilgilere bu site üzerinden de erişilebilir.


Av. Veli TAŞ

İdari yargı üzerinden bilgilendirme yapacağız.

Dernek veya federasyon tüzüğünde dava konusu ile ilgili bir amaç yer alıyorsa, dernek veya federasyon dava açabilir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmaktadır.

Yargı kararlarında menfaat kavramının davacı ile iptalini istediği idarî işlem arasındaki bağı, ilgiyi ifade ettiği belirtilmekte ve idarî işlem ile dava açan kişi arasında meşru, güncel ve ciddî bir alâka söz konusu ise, davada menfaat bağının bulunduğu kabul edilmekte, bunun dışında ayrıca subjektif bir hakkın ihlâl edilmesi şartı aranmamaktadır.

Kişisel, meşru ve güncel bir menfaat alâkasının varlığı, davanın niteliğine ve özelliğine göre idarî yargı yerlerince belirlenmekte, davacının idarî işlemle ciddî, makul, maddî ve manevî bir alâkasının bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyeti için yeterli sayılmaktadır. Ayrıca, iptal davaları idarî işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesine, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, böylece de idarenin hukuka bağlılığının ve sonuçta hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilebilmesine imkân sağladığından, bu davalarda menfaat alakasının bu amaç doğrultusunda yorumlanması gerekmektedir.

Bu bağlamda, 4721 sayılı Kanun'un 96. maddesi uyarınca, kuruluş amaçları aynı olan en az beş derneğin, amaçlarını gerçekleştirmek üzere üye sıfatıyla bir araya gelmeleri suretiyle kurulan federasyonların, tıpkı üyeleri olan derneklerde olduğu gibi, doğrudan tüzel kişiliklerinin hak ve çıkarlarını ilgilendiren konuların yanı sıra, tüzüklerinde belirtilen ve kanunla yasaklanmamış bulunan kuruluş amaçları doğrultusunda dava açmalarına yasal bir engel bulunmamaktadır (T.C. Danıştay 13. Dairesinin 2021/4304 Esas, 2021/4042 Sayı ve 25.11.2021 tarihli kararı).


Av. Veli TAŞ

Bir ülkede yürürlükte olan yasa (kanun), tüzük, yönetmelik vb. yasal düzenlemelere mevzuat denir.

Doğa koruma, çevre hakkıyla ilgilidir. Çevre hakkı, yaşam hakkının bir uzantısı ve bu hakkın tamamlayıcısıdır. Yani çevre hakkına dair yasal düzenlemeler, doğa korumayla ilgili mevzuatı oluştur denilebilir.

Peki ihtiyaç duyacağımız mevzuata nasıl ulaşacağız ve mevzuatı ne şekilde yorumlamalıyız?

Türkiye Cumhuriyeti’nde yürürlükte olan ve mülga (yürürlükte olmayan, kaldırılmış) yasal düzenlemeler, T.C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sisteminde bulunmaktadır. Bu sisteme www.mevzuat.gov.tr web adresinden erişilebilir. Sistemde T.C. Anayasası ve kanunlardan tebliğlere kadar yasal düzenleme yer almaktadır. Bu sistemde ihtiyaç duyulan yasal düzenlemeye erişmek için doğrudan düzenlemenin adı ile arama yapabilir veya belli bir ifadeyi içeren yasal düzenlemelere erişebilir. 

İhtiyaç duyacağımız düzenlemelere konu bazlı olarak doğrudan ilgili bakanlık veya kurumun internet sitesinden erişmek de mümkündür.

Diyelim ki bir bölgede anıt ağaç olarak nitelendirilebileceğini düşündüğümüz bir doğa varlığı var ve biz bu ağacın anıt ağaç olduğunun tespit ve tescilinin yapılmasını istiyoruz, ancak hangi yasal düzenlemelere göre hangi işlemleri yapacağımızı bilmiyoruz. Bu durumda mantık yürüterek anıt ağaç tespit ve tescilinin sağlanmasına yönelik resmi işlemler için hangi bakanlık, kurum veya kuruluşun yetkili olabileceğini düşünelim. Temelde şu soruyu sorabiliriz; “Ağaç ile hangi bakanlık ilgilenir?”. Mevcut bakanlıklar arasında iki bakanlık akla gelecektir. Bunlar T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile T.C. Tarım ve Orman Bakanlığıdır. Bu bakanlıkların internet sitelerine girdiğimizde, ihtiyaç duyacağımız yasal düzenlemelere erişmek mümkündür. Her bakanlığın internet sitesinde, o bakanlığın görev alanıyla ilgili mevzuat yer alır.

İlgili mevzuata ulaştık, şimdi mevzuat içerisindeki yasal düzenlemeleri nasıl yorumlayacağız?

Bu noktada normlar hiyerarşisinden faydalanacağız. Normlar hiyerarşisi, hukuk düzeni piramidi olarak da anılmaktadır. Hiyerarşinin anlamı şudur ki; aşağıda yer alan düzenleme, yukarıdaki düzenlemeye uygun olmalıdır. Diğer bir deyişle, aşağıda yer alan düzenleme yukarıda yer alan düzenlemeye aykırı olamaz. Eğer yukarıda yer alan düzenlemeyle aşağıda yer alan düzenleme arasında çelişki varsa, yukarıda yer alan düzenleme dikkate alınır.

Anayasa en üstte yer alır.

Anayasayı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalar takip eder. Anayasa’nın 90.Maddesi gereği; usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.

Türkiye’de idari yapı 09.07.2018 tarihi itibariyle değişmiş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmiştir. Güncel idari yapıya göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların ardından sırasıyla kanun, OHCK (Olağanüstü Hal Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi) ve diğer uluslararası antlaşmalar; Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, yönetmelik; yönerge; tebliğ; genelge; talimat; yönerge gelmektedir.

09.07.2018 tarihinden önceki idari yapıya göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların ardından sırasıyla kanun, kanun hükmünde kararname (KHK) ve diğer uluslararası antlaşmalar; tüzük (nizamname); yönetmelik; yönerge; tebliğ; genelge; talimat; yönerge gelmektedir.

Normlar hiyerarşisi yanında öncelik ve sonralık sıralaması da önemlidir. Kimi zaman durumun özelliklerine göre yasal düzenlemelerin en yakın tarihlisi de dikkate alınabilmektedir. 


Av. Veli TAŞ

Kurum, belirli kamu hizmetlerini yerine getirmek amacıyla oluşturulan kamu tüzel kişisidir. Doğa ve çevre korumayla ilgili kurumlar, kuruluş mevzuatlarında kendilerine doğa ve çevre koruma görevi verilen ve bu görevleri ne şekilde yerine getireceği yine ilgili mevzuatta açıklanan kurumlardır.

Kuruluş, topluma hizmet, üretim, tüketim vb. amaç ve görevlerle kurulan her şey, her tesistir. Birçok kuruluş, doğrudan veya dolaylı olarak doğa ve çevre koruma görevine sahiptir.

Bir de kamu kurumu niteliğinde kuruluşlar vardır.

Kamu tüzel kişiliği kavramına değinmek de faydalı olacaktır. Kamu tüzel kişisi devlet tarafından kanunla veya kanunun verdiği yetkiye dayanılarak idare tarafından kurulan, kamu yararı için çalışan, kamu gücü ve ayrıcalıklarına sahip varlıktır. En başta devlet tüzel kişiliği yer alır. Cumhurbaşkanlığının, bakanlıkların, valiliklerin ayrıca tüzel kişilikleri bulunmaz. Bu saydıklarımız devlet tüzel kişiliğini temsil ederler. Bu nedenle doğa korumayla ilgili olarak gerek başvuru gerek dava süreçlerinde muhataplarımız olabilirler. Diğer yandan belediyeler ise idarî ve malî özerkliğe sahip olan kamu tüzel kişileridir.

Çevre hakkı, yaşam hakkının bir uzantısı ve bu hakkın tamamlayıcısıdır. Yani, görevi kapsamında insan hakkı olan herhangi bir kurum veya kuruluş, doğrudan veya dolaylı olarak doğa ve çevreyi korumakla yükümlü olup bu alandaki iş ve işlemleri yürütebilir.

Örnek olarak Ankara Barosu avukatlık mesleği ile ilgili bir kuruluştur, ancak kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 76’ncı maddesinde barolar, insan haklarını savunmak ve korumak amacıyla da çalışmalarını yürüten kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak tanımlanmıştır. Çevre hakkı insan hakkıyla bağlantılıdır. Buradan hareketle baroların da çevre hakkı bağlamında doğayı korumak amacıyla çalışma yürüten, yürütmesi gereken kamu kurumu niteliğinde bir kuruluş olduğunu söyleyebiliriz. Ancak mahkemelerce çoğu zaman barolar gibi kuruluşların davada taraf olamayacağına dair kararlar verilmektedir. Diğer yandan barolara adli yardım kapsamında avukatlık hizmetinden faydalanmak için başvurulabilir. Adli yardıma ilişkin ayrı bir başlıkta bilgi verilmektedir.

Anlatılmak istenen şudur; doğa ve çevre korumayla ilgili kurum ve kuruluşların hangileri olduğu konusuna geniş açıyla bakılmalıdır. Bakıldığında konuyla ilgisiz gibi görünen kurumlar ve kuruluşlar da aslında doğa ve çevre koruma için başvurulabilecek, işlem yürütülebilecek yerler olabilir.

Başlıca kurumlarımız bakanlıklardır. İlgisine göre valilikler, kaymakamlıklar, belediyeler ve diğer kurumlar ve kuruluşlar da doğa ve çevre korumayla alakalı işler yürütmektedir.

Her bakanlığın bir teşkilat yapısı bulunur. Bakanlıklar bünyesinde genel müdürlükler, genel müdürlükler bünyesinde de daire başkanlıkları yer alır. Bakanlıkların internet sitelerine girerek teşkilat yapılarını görebilir, ihtiyaç duyduğumuz alanla en yakından ilgilenen bakanlık birimini tespit ederek bu kurumlara başvurabiliriz.

Doğal kaynaklarla ilgili başlıca iki bakanlık T.C. ÇEVRE, ŞEHİRCİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANLIĞI ve T.C. TARIM VE ORMAN BAKANLIĞIdır. Özellikle bu bakanlıklar bünyesindeki genel müdürlükler ve genel müdürlükler bünyesindeki birçok daire başkanlığı, doğrudan doğal kaynaklarla ilgili işler yürütmektedir.

T.C. ÇEVRE, ŞEHİRCİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANLIĞI bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü yer alır. Genel müdürlük bünyesinde ise Koruma, İzleme ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri Daire Başkanlığı, Doğal Sit Alanları ve Tabiat Varlıkları Daire Başkanlığı, Harita ve Kamulaştırma Daire Başkanlığı, Alan Yönetimi Daire Başkanlığı, Marmara Denizi ve Adalar Özel Çevre Koruma Bölgesi Daire Başkanlığı gibi başkanlıklar bulunur.

T.C. TARIM VE ORMAN BAKANLIĞI bünyesinde Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü yer alır. Genel müdürlük bünyesinde ise Milli Parklar Daire Başkanlığı, Yaban Hayatı Daire Başkanlığı, Biyolojik Çeşitlilik Daire Başkanlığı, Hassas Alanlar Daire Başkanlığı, Av Yönetimi Daire Başkanlığı, Doğa Koruma Daire Başkanlığı gibi başkanlıklar bulunur.

Yine T.C. TARIM VE ORMAN BAKANLIĞI bünyesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yer alır. Genel Müdürlük bünyesinde Etüt, Planlama ve Tahsisler Daire Başkanlığı, Sulama Daire Başkanlığı, Barajlar ve Hidroelektrik Daire Başkanlığı, İçme Suyu ve Atıksu Daire Başkanlığı, Yeraltı Suları Daire Başkanlığı, Yenilenebilir Enerji Daire Başkanlığı gibi başkanlıklar yer almaktadır.

Yukarıda yer verilenler başlıca kurum ve birimleridir. İhtiyaç duyacağımız konuya göre ilgili bakanlığı aklımıza getirip bakanlıkların teşkilat yapılarına bakarak işlerimizi hangi kurum veya birimi üzerinden gerçekleştireceğimizi anlayabiliriz.

Doğal kaynaklarla ilgili bazı belediyelere ve sivil toplum kuruluşlarına yer vermekte fayda görüyoruz.

Bazı belediyeler, doğal kaynak ve çevrenin korunması için ayrıca göreve sahiptir. Örnek olarak özel çevre koruma bölgeleri içindeki belediyeleri verebiliriz. Özel çevre koruma bölgesi ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi haiz, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynak değerlerinin korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekli olan ve Cumhurbaşkanı Kararıyla ilan edilen kara, su ve deniz alanlarıdır. Aşağıda özel çevre koruma bölge belediyeleri sayılmıştır. Bunlar;

  • Aksaray Belediyesi
  • Akyaka Belediyesi
  • Ankara Gölbaşı Belediyesi
  • Bolayır (Gelibolu) Belediyesi
  • Bozburun (Marmaris) Belediyesi
  • Cihanbeyli Belediyesi
  • Ortaca Belediyesi
  • Datça Belediyesi
  • Fethiye Belediyesi
  • Foça Belediyesi
  • Gelibolu Belediyesi
  • Göcek (Fethiye) Belediyesi
  • Güzelyurt Belediyesi
  • Kale Belediyesi
  • Kalkan Belediyesi
  • Kaş Belediyesi
  • Kavakköy Belediyesi
  • Köyceğiz Belediyesi
  • Kulu Belediyesi
  • Manavgat Belediyesi
  • Pamukkale Belediyesi
  • Serik Belediyesi
  • Silifke Belediyesi
  • Uzungöl (Çaykara) Belediyesi

Kurumların yanı sıra doğa ve çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşlarına aşağıdaki şekilde örnek verebiliriz;

  • EKAD (Ekolojik Araştırmalar Derneği)
  • FETAV (Fethiye Turizm Tanıtım Eğitim Kültür ve Çevre Vakfı)
  • Doğa Araştırmaları Derneği
  • SAD (Sualtı Araştırmalar Derneği)
  • TAKVA (Tarımsal Kalkınma Vakfı)
  • WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
  • Doğa Derneği
  • Türkiye Çevre Koruma Vakfı
  • Uluslararası Kuruluşlar
  • Dünya Doğa Koruma Birliği (IUCN)


Av. Veli TAŞ

2872 sayılı Çevre Kanunun 30’ncu maddesinde doğrudan çevre hakkı bağlantılı olarak bilgi edinme ve başvuru hakkı düzenlenmiştir. Buna göre çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir. Herkes, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında çevreye ilişkin bilgilere ulaşma hakkına sahiptir. Ancak, açıklanması halinde üreme alanları, nadir türler gibi doğal değerlere zarar verecek bilgilere ilişkin talepler de bu Kanun kapsamında reddedilebilir.

Bir yerde, çevre unsurlarından herhangi birinin bir faaliyetten dolayı kirlendiğini veya herhangi bir şekilde bozulduğunu görüldüğümüzde, bu kirlenme ve bozulmadan zarara uğramayıp yalnızca bu kirlenme ve bozulmadan haberdar olmamız halinde de ilgili merciye başvurarak kirlenme ve bozulmaya neden olan faaliyetle ilgili önlem alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteme hakkına sahibiz. Bu hak mahallemizi etkileyen bir faaliyetten gölleri, akarsuları, denizleri, ormanları, hayvanları, bitkileri etkileyen faaliyetleri de kapsayan geniş çaplı bir haktır.

Örnek olarak göl veya akarsu yakınında herhangi bir alanda faaliyet gösteren bir işletme düşünelim. İşletme aynı zamanda herhangi bir şekilde gaz çıkartan bir faaliyet yürütüyor olsun. Bu işletmenin faaliyeti kapsamında havaya salınan gazlar nedeniyle bölgede yaşayan insanların özellikle akciğerden kaynaklı sıkıntılar yaşadığını, hastalıkların arttığını düşünelim. Belki de işletmeden çıkan kirleticiler orantısız olarak suya karışıyordur. Bu durumda çevresel sağlık sorunları yaşanabilir, göldeki veya akarsudaki canlılar da zarar görebilir. Hatta suya karışan kirleticiler, taşınarak çok uzakları da olumsuz etkileyebilir. Böyle bir durumda çevreyi kirleten veya bozan faaliyetten zarar gören veya bu durumdan haberdar olan herkes ilgili merciye başvurarak bilgi isteyebilir, faaliyetle ilgili önlem alınmasını ve hatta faaliyetin durdurulmasını isteyebilir.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Çevrenin bir unsurunun, bir faaliyet nedeniyle kirlendiğini veya bozulduğunu öğrendiğimizde, ilgisine göre belediyelere, valiliklere, bakanlıkların ilgili birimlerine ve hatta doğrudan bakanlıklara çeşitli mercilere başvuruda bulunabiliriz.


Av. Veli TAŞ

Ülkemizde yargı temel olarak adli yargı ve idari yargıdan oluşur. Adli yargı kendi içinde hukuk yargısı ve ceza yargısına ayrılmaktadır. Bu yargı dalları içerisinde çeşitli alanlarda uzmanlaşmış ve/veya görevlendirilmiş mahkemeler bulunur.

Yargı sistemimizde ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri (bölge adliye mahkemeleri, bölge idare mahkemeleri) ve yüksek mahkemeler (Yargıtay, Danıştay, Uyuşmazlık Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi) bulunur. Üst mahkeme, alt mahkemenin kararının yanlış yani hukuka aykırı olması ihtimaline binaen bu yanlışlığın düzeltilebilmesi için vardır.

Doğal kaynakları ilgilendiren konularda en sık başvurulan mahkemelerin idare mahkemeleri olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni, doğa unsurlarını etkileyen faaliyetlerin genel olarak idarelerin iznine bağlı olmasıdır. İzin ile kastedilen izin, ruhsat, lisans veya çevresel etki değerlendirmesine ilişkin kararlardır (çevresel etki değerlendirmesi ve avcılık ihalelerine dair dava süreçleri ayrı başlıkta ele alınmaktadır).

Bir yerde bir faaliyet yapılacağını düşünelim. Bu öyle bir faaliyet ki doğa unsurlarını çok büyük oranda ve hızla olumsuz şekilde etkileyebilecek bir faaliyet olsun. Burada bir maden işletmesinden avcılığa, hidroelektrik enerji tesisinden balık çiftliğine kadar çeşitli faaliyetleri düşünebiliriz. Bu faaliyetin gerçekleştirilebilmesi idari bir sürecin gerçekleşmesine ve belli izinlerin alınmasına bağlıysa ve verilen izinde hukuka aykırılık varsa idari yargıya başvurarak bu iznin ortadan kaldırılması ve böylece faaliyetin durdurulması, doğa unsurlarının da yargı ile korunması mümkün olabilir.

İdare mahkemelerinde temel olarak iptal davaları ve tam yargı davaları görülür.

İptal davası yoluyla hukuka aykırı işlemin hukuk hayatındaki varlığına son verilebilir. Yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi bir faaliyet için izin/onay verilmesi bir idari işlemdir. Bu işlem hukuka aykırıysa hukuka aykırılığın giderilmesi adına işlemin iptali istenebilir. Hatta iptal davası sürecinde işlemin yürütülmesi geçici olarak da durdurulabilir. İdare mahkemelerinde açılan iptal davası sırasına iptali istenen işlemin yürütülmesinin durdurulması istenebilir. Mahkeme yürütmenin durdurulmasına yönelik karar verir ise dava sürerken bu işlem sanki iptal edilmiş gibi bir durum oluşur. İptal davası sırasına normal şartlarda duruşma yapılmaz. Ancak taraflardan biri duruşma yapılmasını isterse, dava konusuna göre mahkeme duruşma açabilir ve böylece mahkeme ile yüz yüze yargılama yapılması mümkündür.

Tam yargı davası tazminat davalarına benzer. İdarenin bir işlemi veya eylemi nedeniyle hakları doğrudan zedelenen kişiler, bu zararın ilgili idare tarafından tazmin edilmesini isteyebilir. Bu caydırıcı bir yöntemdir.

Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış gündür. Bu süreler; İdari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlar. Tabi uyuşmazlık türüne göre süreler değişebilir.

İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer otuz günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Otuz günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren dört ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, otuz günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.

İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin idareye başvurma hakları saklıdır.

İptal davası açmadan, doğrudan tam yargı davası açılması istenirse bu halde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.


Av. Veli TAŞ

Ekoloji, Biyoçeşitlilik ve Koruma

* Oluşan hava burgaçları orman içindeki yere yakın ve sakin hava tabakasını da yukarı doğru hareketlendirir.
* Orman içindeki hava daha nemlidir (% 80-90). Oluşan hava hareketi nemli havayı dağıtır ve yerine orman dışındaki daha kuru olan hava gelir.
* Bu hava değişimi ile orman içindeki hava nemi azalır (% 40-80) topraktan buharlaşma ve yapraklardan terleme artar (su kaybı ve kuraklık etkisi).
* Dolayısı ile orman içindeki özel iklim değişir. Ölü örtünün ayrışması, madde ve enerji dönüşüm ile dolaşımı yavaşlar. Orman ağaçlarının büyümesi duraklar.
* Ormandaki artım kaybı orman işletmesinin zararı olarak hesaplanmalıdır.


M. Doğan Kantarcı
Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology
Professor

Orman içinde RES yapımı için geniş bir alan açılır. Orman toprağı kazınarak, kuvarsit anakayası yüzeye çıkarılmıştır. Açılan bu alanın ağaçlandırılması mümkün değildir. Ağaçlandırmak doğru da değildir. RES kulesine yıldırım düştüğünde orman yangınına sebep olur.
Orman içinde yapılmakta olan bir RES kulesi açık alanı ormanda fırtına devriklerine sebep olur. Bölgede hakim rüzgârlar kuzeyden eserler. Fırtına yapan rüzgârlar Güneybatıdan gelen (lodos) eser. Isınma/kuraklaşma sürecinde fırtınalar daha sık ve daha kuvvetli oluşmaktadır. Pervaneler rüzgârın hızını azaltır ve hava hareketini geniş alana yayar.
Ancak;
Ormanın üstünden esen kuvvetli rüzgârlar orman içindeki açık alanlara dalarlar. Rüzgâr sık ağaçlara yüklenir. Dalları ve ağaçları kırar veya özellikle kayın ağaçlarını (sığ kök sistemi yapıyor) devirir. Kış aylarında açık alanlar daha soğuk oldukları için dallarda buzlanma (kırç buzu) oluşur. Ağaç ve dallar daha gevrekleşir. Fırtına bu ağaçları ve dalları daha kolay kırar. Ormancılar fırtına zararlarını önlemek için orman içinde açıklık oluşturmazlar. Tıraşlama şeridi ile gençleştirmede veya grup gençleştirmelerinde 1-1,5 ağaç boyu kadar açıklık oluştururlar.


M. Doğan Kantarcı
Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology
Professor


Bir rüzgâr pervanesi orman içindeki nemli havayı yukarı doğru hareketlendirir. Orman içindeki özel iklimi değiştirir ve kuraklık etkisi yaratır.



M. Doğan Kantarcı

Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology

Professor


Ağaç tepeleri arasında rüzgâr açık alana göre daha yavaş eser. Ağaç tepeleri sallanır.
İbreli sık dallar arasında rüzgâr açık alana göre daha da yavaş eser.
Ağaç gövdeleri arasında rüzgâr açık alana göre daha yavaş eser.
Orman kenarındaki dal ve alt tabaka rüzgârı keser. Tepe güneş ışınlarını engeller. Orman içinde ayrı ve daha nemli bir iklim oluşur.
Alt tabakada hava daha durgundur.
Toprak ve ölü örtü ayrışması ve solunumundan gelen su buharı ile nemlidir.




M. Doğan Kantarcı
Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology
Professor
• Orman içindeki iklim, açık alandaki iklimden farklıdır.
• Doğal orman içi açıklıklarda, orman kenarında çalılardan (ışık bitkileri) bir rüzgâr perdesi oluşur. Orman kenarı dik değildir.
• Orman içindeki kesimlerde geniş alan açılmaz, dik kenar bırakılmaz. Rüzgâr dik kenardaki ağaçları kavrayıp, devirir.
• Orman içinde oluşturulan geniş açıklıklar orman içi iklimin de değişmesine sebep olur (rüzgâr/orman içi iklim ilişkileri)


M. Doğan Kantarcı
Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology
Professor
a) Rüzgâr Enerjisi Santralları (RES) yanlış yer seçimi ile ekolojik ve hukukî sorunlara sebep olmaktadır.
b) Göçmen kuşlar ile yerli kuşlar ve yarasalar üzerine olumsuz etkileri vardır.
c) RES tesislerinin kurulacağı yerler iklim değişimi ile birlikte değerlendirilmelidir (RES’lerin iklim değişimi dolayısı ile su kaybına, kuraklaşmaya ve bitki verimine olumsuz etkileri).
d) Gürültü ve gölge etkisi, yerleşim yerlerine mesafe tartışması göz ardı edilemez.
e) Yer seçimi;
*Ormanlar olamaz! (Orman ekosistemini olumsuz etkiler.)
*Kızılçam ormanları (balsıra ormanı) olamaz! (yangın ve arıcılık)
*Fundalık ve maki vb. çalılık alanlar da olamaz! (Yangın ve arıcılık)
*Zeytin, incir, turunçgiller, meyvalıklar vb arazi olamaz.
*Tarım alanları olamaz. Alanlar küçük. Burası ABD gibi kıta ülkesi değil!!!
*Orman üstü kuşağı dağlık arazi olur.
*Otlaklar, ancak oman üstü kuşakta ve İç Anadolu’da olabilir.
*Dağlık arazideki kayalıklar olur.
       f) Yer seçiminden ve zorunlu/acil kamulaştırma girişimlerinden (vatandaşın mülkü elinden alınmaktadır) ötürü hukukî sorunlar ve davalar kaçınılmazdır.
      g) RES yeri seçimi çok yönlü bir konudur. Masa başında olmaz. Çünkü RES’lerin ekolojik maliyeti yüksektir.


M. Doğan Kantarcı
Istanbul University Faculty of Forestry · Soil Science and Ecology
Professor

Bir ekosistemin bütün ve işlevsel olduğu, insan faaliyetinden zarar görmediği ideal durum, basitçe ekosistem bütünlüğü olarak adlandırılmaktadır. Ekosistem canlı ve cansız etmenlerin birlikte karmaşık ilişkiler sergilediği ama ahenk içerisinde işleyiş gösteren sistemler bütünüdür. Bu bütüncül yapı, sıkı ve çeşitli bağlarla birbirine bağlıdır. Dolayısıyla ekosistem içerisindeki herhangi bir çevresel bozulmada (su döngüsündeki kırılma, hava kirliliği, toprak yapısındaki niceliksel-niteliksel bozulmalar vb.) doğrudan biyolojik etmenlerde olumsuz etkilerini göstereceği gibi bu bağların herhangi birinde en ufak bir aksama bağın kendisinin kaybından daha büyük ve daha olumsuz sonuçlar da doğurabilmektedir. Örneğin, yoğun tarım ilacı kullanımına bağlı olarak tozlaşmaya destek olan bal arıları popülasyonlarında düşüş sonucu o alandaki tüm bitki örtüsü ve bu bitkiler üzerinden beslenen tüm otçullar ve otçullar üzerinden beslenen etçiller olumsuz etkileyecektir. Veyahut, bir akarsu sisteminin yakınında inşa edilen organize sanayi bölgesinin arıtma tesisi çalıştırılmadığında, alandaki tüm sanayi faaliyetlerinin atık suları arıtılmadan bu sucul sisteme ulaşacak, akabinde akarsudaki tüm canlı unsurlar bu kirliliğe bağlı olarak yaşamsal fonksiyonlarında bozulmalar yaşayacaktır. Nihayetinde bu canlılar üzerinden beslenen su kuşları, memeli hayvanlar ve insanlar, söz konusu kirletici maddeleri vücutlarında daha yüksek oranda muhafaza edeceklerinden, biyolojik yükseltgenme olarak da bilinen bu değişmez ekolojik kuralın işlemesine bağlı olarak ekosistemde doğrudan ve dolaylı bozulmalar kaçınılmaz hale gelecektir. 

Ekolog Dr. Okan ÜRKER, Çankırı Karatekin Üniversitesi – Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi, NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Ekosistemlerin insan refahı ve yaşam kalitesi için sağladığı gözle görülebilir, hesaplanabilir, somut ve doğrudan kullanım değerlerinin yanı sıra sel-taşkın-heyelan kontrolü, iklimin düzenlenmesi, temiz su sağlanması ve kirliliğin azaltılması, toprak kaynaklarının korunması, oksijen kaynağı sunulması gibi dolaylı katkılarını da kapsayan tüm olanaklar yelpazesi ekosistem hizmetleri olarak tanımlanabilir. Ekosistem hizmetleri, pratik anlamda, yiyecek ve su sağlamak, iklimi düzenlemek olabileceği gibi, stres ve kaygıyı azaltmak gibi kültürel yönleri de olabilir. Aslında, ekosistemler tarafından sağlanan çok sayıda hizmet daha yönetilebilir gruplara ayrılabilir: tedarik (yiyecek ve su üretimi gibi), düzenleyici (iklim ve hastalık kontrolü gibi), destekleyici (besin döngüleri ve oksijen üretimi gibi), kültürel (manevi ve rekreasyonel faydalar gibi). Özetle, ekosistemler tarafından sağlanan bu hizmetler, insanlara güvenlik, mal ve malzeme, sağlık ve esenlik şeklinde faydalar sağlamaktadır.

Ekosistem hizmetleri konusundaki en önemli çalışma 2000 yılında yayınlanan Binyıl Ekosistem Değerlendirmesi (Millenium Ecosystem Assessment, https://www.millenniumassessment.org/) raporudur. Bu rapor sonrasında ulusal ve uluslararası camiada ekosistem hizmetleri üzerine çalışmalar ivme kazanmıştır. Biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri konusunda en önemli platformlardan birisi olan “Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Hükümetlerarası Bilim ve Politika Platformu” (The Intergovernmental Science-Policy Platform on Biodiversity and Ecosystem Services – IPBES – https://www.ipbes.net/) da bu konuda önemli çalışmalar yürütmektedir.

Ekolog Dr. Okan ÜRKER, Çankırı Karatekin Üniversitesi – Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi, NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Ekosistemler, sel, heyelan, taşkın, kuraklık, kasırga, yangın, volkan patlamaları gibi çeşitli doğa olaylarından etkilenip zarar görebilir, ancak genellikle özgün topluluk yapılarını hatta bir dizi ekolojik süreçle benzer tür bileşenlerini yeniden elde edebilirler. Bununla beraber, bazıları tekrar edilemeyecek kadar çok zarar görmüş ya da bozulmuştur. Madencilik, hayvancılık, ağaç kesimi gibi yoğun insan faaliyetleri ile zarar gören ekosistemler, eski haline gelmek için doğal yeteneklerini kaybetmiş olabilir. Diğer durumlarda, doğal iyileşme süreci yüzyıllarca ya da binlerce yıl sürebilir. Böyle durumlarda, bozulan ekosistemlerin iyileşme sürecini kolaylaştırmak ya da hızlandırmak için müdahale gerekebilir (Primack, 2012).

Zarar gören ve bozulmuş ekosistemler, koruma biyologlarına eski tür ve yaşam birliklerini tekrar elde etmeye yardımcı olarak, araştırmalarını uygulamaya koymalarına olanak verir (Clewel ve Aronson, 2008). Zarar gören ekosistemleri eski haline getirmek, buraları genişletmek, verimli hale getirmek ve var olan korunan alanlar ile birleştirmek için doğa ciddi bir potansiyele sahiptir. Ekolojik onarım, türleri ve geçmişte belli bir alanda etkin olarak var olmasına rağmen, günümüzde bozulmuş, zarar görmüş veya tahrip edilmiş ekosistemleri iyileştirme uygulamasıdır. Basitçe onarım ekolojisi, onarılmış popülasyonların, yaşam birliklerinin ve ekosistemlerin araştırılıp, bilimsel olarak çalışılıp onarılması bilimidir (Falk ve diğ., 2006). Onarım ekolojisi, bozulmuş ekosistemlerin çeşitli tiplerini eski haline getirmek için teori ve teknikler sağlamaktadır. Ekosistem ve yaşam birliklerinin onarılmasında; eylemsizlik, iyileştirme, kısmi onarım ve tam onarım şeklinde dört basamakta ele alınan dört temel yaklaşım gözetilmektedir (Primack, 2012). Günümüzde birçok onarım çabası yerli çevre/doğa koruma gruplarınca desteklenir ve başlatılır; çünkü bu yerel topluluklar sağlıklı bir çevreyle kişisel ve ekonomik refah arasındaki doğrusal ilişkiyi rahatlıkla görebilmektedir.

Onarım projeleri, geri kazanım sistemini engelleyen faktörleri ortadan kaldırmak ya da etkisizleştirmek ile başlar. Daha sonra, alan hazırlığı, habitat yönetimi ve yerli türlerin yeniden alana getirilmesinin bir bileşimi ile türlerin ve tasarlanan örnek alanların ekosistem karakteristiklerinin geri kazanılmasına dereceli olarak imkan sağlar. Yaşam alanlarını onarmak için sarf edilen çabaların tarihi tür bileşimini ve ekosistem işlevlerini tekrar oluşturup oluşturmadığını belirleme açısından izlenmesi gerekmektedir. 

Ekolog Dr. Okan ÜRKER, Çankırı Karatekin Üniversitesi – Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi, NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Çalıştığımız alandaki önem arz ettiğini düşündüğümüz türlerin tespitine ve koruma stratejilerine yönelik faaliyetlere başlamadan evvel mutlak surette bir ön çalışma yapmamız gerekmektedir. Bu ön çalışma neticesinde söz konusu alan ve bu alan içerisindeki canlı grupları özelinde o yörede daha evvelden araştırmaları bulunan farklı flora fauna uzmanları, STK temsilcileri, alanın yönetiminden sorumlu kurum-kuruluşların temsilcileri ile bir araya gelerek, alana özgü literatür taramaları ve saha çalışmaları ışığında elde edeceğimiz tür listelerini daha detaylı analiz ettikten sonra (sahadaki güncel tehdit durumlarını da göz önüne bulundurarak) bizim açımızdan korumada öncelikli olan tür ya da türlere karar verilebilir. Akabinde bu tür ya da türler üzerinde daha detaylı çalışmalar yapmak için (popülasyon yoğunluğu, halkalama çalışmaları, fotokapan ve GPS tasmalama çalışmaları, genetik çalışmalar, tohum toplama vb.) söz konusu araştırma izinleri bireysel olarak Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (e-devlet üzerinden Araştırma İzinleri Bilgi Sistemi-ARİBS; https://aribs.tarimorman.gov.tr/) üzerinden şahsi başvuru şeklinde yapılabilir. Öte yandan, saha çalışmasının yapılacağı alan hangi resmi kurumun sorumluluğu altında ise o kuruma yönelik çalışma/araştırma izin başvurusu veyahut iş birliği protokolü şeklinde de kurumsal olarak STK’mızın yetkili kişileri aracılığıyla resmi araştırma başvurusu yapılabilir.


Ekolog Dr. Okan ÜRKER, Çankırı Karatekin Üniversitesi – Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi, NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Sulak Alanlar

Sulak alan terimi genel olarak sürekli ya da yılın belirli dönemlerinde suyla kaplı olan çok geniş bir yelpazeye sahip yaşam ortamlarını kapsamaktadır. Temel biyolojik ve fiziksel özelliklerine göre gruplandırıldıkların da bile otuzu doğal ve dokuzu suni olmak üzere 39 kategoriye ayrılmaktadırlar. Bu özelliği itibariyle sulak alanlar için çok sayıda tanımlama yapılmıştır. Bu tanımlar için en kapsamlısı, aynı zamanda uluslararası düzeyde de kabul görmüş olanı Ramsar Sözleşmesinde yer alan tanımdır.

Ramsar Sözleşmesinde sulak alanlar, Sözleşmenin amacına atıfta bulunarak " Bu Sözleşmenin amacı bakımından, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, bütün sular, bataklık, sazlık ve türbiyerler sulak alanlardır." şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanım 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununda aynen yer almış, Çevre Kanunu ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde ise bazı açıklayıcı eklemeler yapılarak ulusal mevzuatımızda yer almıştır. Çevre Kanunu ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde yer alan tanım aşağıda verilmiş ve açıklayıcı eklemeler kırmızı ile gösterilmiştir.

“Doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerleri” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanıma göre göl, gölet, baraj vb. insan eliyle oluşturulmuş su kitleleri de ulak alan olarak tanımlanmaktadır. Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde, Yönetmelik kapsamına giren sulak alanlar Yönetmeliğin 4. Maddesinde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır.

“Suni sulak alan: İçme, kullanma ve sulama suyu temini ile elektrik üretimi maksadıyla yapılan baraj ve göletlerden uluslararası öneme sahip sulak alan kriterlerinden en az birine sahip insan eliyle yapılmış su yapıları ve çevresinde oluşan sulak alan ekosistemi”


İran’ın, Hazar Denizi’nin güney kıyısında bulunan Ramsar kentinde, 2 Şubat 1971’de kabul edilen hükümetler arası bir anlaşmadır.
Kısaca imzaya açıldığı kentin adıyla anılan sözleşmenin resmi adı, Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşmedir.


Sulak alanların korunması ve akılcı kullanımını* sağlamak için hazırlanmış hükümetler arası sözleşmedir. Ramsar Sözleşmesi, doğal kaynakların korunması ve akılcı kullanımı hakkında modern anlamdaki hükümetler arası anlaşmaların ilkidir. Ancak, daha yakın dönemdeki sözleşmelerle karşılaştırıldığında, teminatları görece doğrudan ve geneldir. Sözleşmenin karar organı olan Taraflar Konferansı, yıllar boyunca daha fazla gelişerek sözleşme metninin temel ilkelerini anlamlandırmış ve sözleşme çalışmalarının, değişen dünyada çevresel düşüncenin anlayış, öncelik ve eğilimlerini yakalamasında başarılı olmuştur (Ramsar manuel 2004).


Sözleşmenin resmi adı, sulak alanların öncelikle su kuşları için habitat olarak korunmasına ve akılcı kullanımına ilişkin orijinal vurguyu yansıtsa da; sözleşme imzaya açıldığı günden bu yana sulak alanların, biyolojik çeşitliliğin korunması ve insan toplumlarının yararı için son derece önemli olan ekosistemler olarak kabul görmeleri için çalışma alanını sulak alanların korunması ve akılcı kullanımın her yönünü kapsamak üzere genişletmiştir (Ramsar manuel 2004).


Sözleşme 1975 yılında yürürlüğe girmiş ve 2021 yılı sonu itibariyle Sözleşmeye 172 ülke taraf olmuştur. Bu ülkeler 256.192.356 hektarı kapsayan 2.471 alanı Sözleşme listesine dahil ettirmişlerdir (https://rsis.ramsar.org)
Türkiye 13 Kasım 1994 tarihinde Ramsar Sözleşmesine taraf olmuştur. 2022 yılı itibariyle sözleşme listesine dahil ettirilen alan sayısı sadece 14’tür. Bunlar;
Mersin Göksu Deltası, Burdur Gölü, Kırşehir Seyfe Gölü, Balıkesir Kuş (Manyas) Gölü, Kayseri Sultan Sazlığı, Samsun Kızılırmak Deltası, Bursa Uluabat Gölü, İzmir Gediz Deltası, Konya Meke Gölü ve Kızören Obruğu, Adana Akyatan Lagünü ve Yumurtalık Lagünleri, Kars Kuyucuk Gölü ile Bitlis Nemrut Gölü’dür.
Türkiye, bu alanları sözleşme listesine dahil ettirerek alanların doğal yapılarını ve ekolojik karakterlerini aynen koruyacağını uluslararası düzeyde taahhüt etmiştir.
Türkiye’nin Ramsar Sözleşmesi listesine dahil ettirdiği alan sayısı ve bunların yüzölçümleri Bazı Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça az olduğu görülmektedir. Örneğin İngiltere sulak alanlarının 175 tanesini (Türkiye’den 12 kat daha fazla), Fransa’nın sözleşme listesine dahil ettirdiği alan sayısı 50, bunların yüz ölçümü ise 37.420 km2’dir. Türkiye’nin listeye dahil ettirdiği 14 alanın yüzölçümü ise sadece 1.845 km2’dir.
Son 70 yılda sulak alanlarının %60’ından daha fazlasını kaybeden ülkemiz için daha fazla alan (Ramsar Sözleşmesi listesine dahil ettirilmeli ve Sözleşmenin gerekleri ve taahhütlerimiz mutlaka yerine getirilmelidir.

Ülkelerin uluslararası önemdeki sulak alanları belirleyebilmeleri için Ramsar Sözleşmesinin karar organı olan Taraflar Konferanslarında ayırt edici kriterler kabul edilmiştir.,

Bir sulak alanın uluslararası öneme sahip sulak alan kabul edilebilmesi için aşağıdaki kriterlerden en az birine sahip olması gerekmektedir.
Uluslararası öneme sahip sulak alan kriterleri 2005 yılında 9. Taraflar Konferansında (COP 9)
Temsili, nadir veya benzersiz sulak alan tipleri ile barındırdığı biyolojik çeşitliliğe dair olmak üzere 2 ana grup altında 9 kriter olarak düzenlenmiş ve kabul edilmiştir.

A Grubu Kriterler; Temsili, nadir veya benzersiz sulak alanlar

Kriter 1: Söz konusu biyocoğrafik bölgede doğal veya kısmen doğal bir sulak alan türünün temsili, nadir veya benzersiz bir örneğini içeriyorsa,

B Grubu Kriterler; barındırdığı biyolojik çeşitliliğe dair kriterler

Türlere ve ekolojik topluluklara dayalı kriterler

Kriter 2: Hassas türler, yok olma tehdidi altındaki türler ile ciddi biçimde tehlike altında veya tehdit altındaki ekolojik toplulukları barındırıyorsa,
Kriter 3: Belli bir coğrafik bölgenin biyolojik çeşitliliğini sürdürmek için önemli olan hayvan türleri ve/veya bitki türleri popülasyonlarını barındırıyorsa,
Kriter 4: Bir sulak alan, yaşam döngülerinin kritik bir aşamasında bitki ve/veya hayvan türlerini destekliyorsa veya olumsuz koşullar sırasında sığınak sağlıyorsa,

Su kuşu tür ve popülasyonlarına dayalı özel kriterler

Kriter 5: Düzenli olarak 20.000 veya daha fazla su kuşunu barındırıyorsa,
Kriter 6: Bir su kuşu türünün veya alt türünün bir popülasyonundaki bireylerin %1'ini düzenli olarak barındırıyorsa,

Balık türlerine dayalı özel kriterler

Kriter 7: Bir sulak alan yerli balık türlerinin, alt türlerinin ya da ailelerinin önemli bir bölümünü, bu türlerin, alt türlerin ya da ailelerin yaşam döngüsü evrelerini; sulak alan hizmetlerini ya da değerlerini temsil eden türler arası etkileşimleri ya da popülasyonları destekleyerek küresel biyolojik çeşitliliğe katkıda bulunuyorsa,
Kriter 8: Bir sulak alan, balıklar için önemli bir besin kaynağına sahipse, yumurtlama alanı veya yavru balıklar için beslenme ve barınma ortamı ise ve/veya sulak alandaki veya başka yerlerdeki balık stokları için göç yolunda ise,

Diğer taksonlara dayalı özel kriterler
Kriter 9: Bir sulak alan, sulak alana bağımlı kuş dışındaki bir hayvan türünün veya alt türünün popülasyonundaki bireylerin %1'ini düzenli olarak destekliyorsa,

Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 4. Maddesinde “Ulusal öneme haiz sulak alan: Sözleşmenin Taraflar Toplantısında kabul edilen Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan Kriterlerinden en az birine sahip olan sulak alan” olarak tanımlanmıştır. Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan Kriterleri için bu sitedeki Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan Kriterleri Nelerdir? sorusunun yanıtına bakınız.

Bir alanın ulusal sulak alan olarak belirlenmesi ve tescili, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 18. Maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;

Bir alanın ulusal sulak alan olarak belirlenmesi için alanın bulunduğu mülki sınırlar dikkate alınarak, Bakanlığın taşra teşkilatı tarafından hazırlanacak etüt ve envanter raporu mahalli sulak komisyonuna sunulur. Mahalli sulak alan komisyonu tarafından alanın ulusal öneme haiz sulak alan vasfında olduğu tespit edilmesi halinde dosya Bakanlığa (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğüne) gönderilir. Bakanlıkça yapılan değerlendirme neticesinde dosya Ulusal Komisyona gönderilir. Ulusal Komisyonda alanın ulusal öneme haiz sulak alan olduğu tespit edilmesi halinde orman rejimine tabi olmayan alanlarda sulak alan sınırları Cumhurbaşkanı Kararı ile belirlenir ve tescil için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına gönderilir. Orman rejimine tabi alanlar ile Bakanlığın tasarrufunda olan alanlarda sulak alan sınırları Bakanlıkça belirlenir.

Mahalli sulak alanların belirlenmesi ve tescili, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 4. Maddesinin (b) bendi ile tanımlanmıştır. Buna göre;
Bir alanın mahalli öneme haiz sulak alan olarak belirlenmesi için alanın bulunduğu mülki sınırlar dikkate alınarak, Bakanlık (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü) taşra teşkilatı tarafından hazırlanan rapor, alanın sulak alan sınırı ve sulak alan koruma bölgeleri, mahalli sulak alan komisyonda görüşülerek Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün onayına sunulur. Genel Müdürlükçe alanın mahalli öneme haiz bir sulak alan olarak değerlendirilmesi halinde, Yönetmeliğin 19 uncu maddesi kapsamında sulak alan koruma bölgeleri belirlenir. Mahalli sulak alanların tescili Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından yapılır.

Mahalli öneme sahip sulak alanları belirlemek için geliştirilmiş herhangi bir kriter bulunmamaktadır. Değerlendirme tamamen kişilerin inisiyatifine bağlıdır. Objektif değerlendirilme yapılabilmesi için kriterlerin geliştirilmesi gerekmektedir.

Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde sulak alanlar “Tabii veya suni, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler ile bu alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerleri” olarak tanımlanmıştır.

Yönetmelik bu tanımda yer alan tüm sulak alanları kapsar.

Geçmiş yıllarda da tartışma konusu olan bu hususa 2019 yılında Yönetmeliğin 5. Maddesine eklenen 3. bendi ile hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek şekilde açıklık getirilmiştir. Yönetmeliğe eklenen bendde “Sulak alan niteliği taşımasına rağmen, Ramsar Alanı, Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan veya Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescili yapılmamış alanlar “Diğer Sulak Alanlar” olarak nitelendirilir ve bu alanlarda bu Yönetmelik hükümleri uygulanır.” İfadesi eklenmiştir. 

Bir sulak alanın tescilinin yapılmamış olması, o alanın sulak alan olmadığı ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğine tabi olmadığı anlamına gelmez. Örnek vermek gerekirse Salda Gölü ülkemizin en önemli sulak alanlarından biridir ve Ramsar kriterlerine göre uluslararası öneme sahiptir. Ancak, Bakanlık tarafından henüz tescili yapılmamıştır.

Uluslararası öneme sahip sulak alan kriterlerinden 1. kriter şöyledir; Söz konusu biyocoğrafik bölgede doğal veya kısmen doğal bir sulak alan türünün temsili, nadir veya benzersiz bir örneğini içeriyorsa alan uluslararası öneme sahip sulak alan olarak kabul edilir. Salda Gölü yeryüzünde benzeri olmayan, nadir sulak alanlardan biridir. Yaklaşık 3,5 milyar yıl önce yeryüzünde oluşmaya başladıkları varsayılan stromatolitlerin güncel örneklerinin hala Salda Gölü’nde bulunması ve aktivitelerini sürdürmesi Salda Gölü’nü nadir ve benzersiz kılmaktadır. Benzer stromatolit oluşumları yeryüzünde Salda Gölü’nün dışında sadece Bela Stena (Sırbistan) ve Kuzey Yunanistan’da gözlenmektedir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere tescili yapılmamış olsa da Salda Gölü uluslararası öneme sahip sulak alandır (Yönetmeliğe göre ulusal öneme sahip sulak alan) ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği kapsamında değerlendirilmelidir.

Ulusal Sulak Alan Envanteri Yönetim Bilgi Sistemidir.
Türkiye’deki yapay veya doğal tüm sulak alanların ve bu alanlara ait bazı bilgilerin yer aldığı veri tabanıdır.

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından geliştirilmiş ve yönetilmektedir.

Veri tabanında sulak alanın bulunduğu, il, ilçe, havza, sulak alan tipi (denizel/kıyısal-karasal gibi), sulak alanın büyüklüğü, tescil edilmişse tescil alanı, koruma statüsü gibi bilgiler yer almaktadır.

Ulusal Sulak Alan Envanteri Yönetim Bilgi Sisteminde yer alan sulak alanların tamamı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce sulak alan olarak kabul edilmiştir ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğine tabidir.

Su kullanım öncelikleri 10 Aralık 2019 tarih ve 30974 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konan “Su Tahsisleri Hakkında Yönetmelik” ile düzenlenmiştir.
Yönetmeliği temel ilkeler bölümünde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır.
b) Su, kullanım önceliklerine uygun olarak tahsis edilir.
h) Su tahsisi, emniyetli su miktarını aşmayacak şekilde düzenlenir.
j) Sulak alanların ve su ürünleri yetiştiriciliği alanlarının korunması esastır.
Yönetmeliğin 7. maddesi su kullanım önceliklerini düzenlemektedir. Maddenin 1. fıkrasında “Suyun miktarı, kalitesi, havzanın özelliği, zorunlu ihtiyaçlar ve şartlar başka türlü bir çözüm yolu gerektirmedikçe, su kaynaklarının kullanımında aşağıdaki öncelik sırasının uygulanacağı” belirtilmektedir.
a. İçme ve kullanma suyu ihtiyacı.
b. Çevresel su ihtiyacı.
c. Tarımsal sulama ve su ürünleri yetiştiriciliği.
ç. Enerji üretimi ve sınai su ihtiyaçları.
d. Ticari, turizm, rekreasyon, madencilik, taşıma, ulaşım ile sair su ihtiyaçları.
Yönetmelik, su tahsislerinde birinci önceliğin içme ve kullanma suyu ihtiyacı olduğu, ikinci önceliğin ise çevresel su ihtiyacı olduğu öngörülmüştür.
Aynı yönetmelikte;
Çevresel su ihtiyacı, “Suya bağımlı karasal ve sucul ekosistemlerin devamlılığını sağlamak için gereken asgari su miktarı ve kalitesini” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu maddeden tartışmaya mahal vermeyecek şekilde anlaşılan su tahsislerinde birinci önceliğin içme ve kullanma suyu ihtiyacı olduğu, ikinci önceliğin ise çevresel su ihtiyacı olduğu; Suya bağımlı karasal ve sucul ekosistemlerin devamlılığını sağlamak için gereken kalitede asgari su miktarı sağlandıktan sonra tarım, su ürünleri, enerji, sanayi, turizm, madencilik vs. ihtiyaçlar için tahsis yapılması gerektiğidir.
Yönetmeliğin 6. Maddesi ise su tahsisi yapılamayacak durumları belirtmektedir. 6. Maddenin (e) bendinde kaynak suları çevresel su ihtiyacının altında kalması durumunda herhangi bir kullanıma tahsis yapılamayacağı belirtilmiştir.
Peki Türkiye’de mevcut uygulama nasıl? Maalesef Yönetmeliğin açık hükümlerine karşın uygulamada çevresel su ihtiyacı hemen hiç dikkate alınmamakta bütün ihtiyaçların arkasında kalmaktadır. Hatta Yönetmeliği hazırlayan DSİ yetkililerine bu söylendiğinde çiftçiye su vermeyelim mi, maden ocağı çalıştırılmasın mı, enerji üretilmesin mi gibi yanıtlar alınmaktadır.
Türkiye son 70 yılda sulak alanlarının yarıdan fazlasını kaybetmiştir. Özellikle 1990’lı yılların ortalarından sonra kuruyan sulak alanların hemen tamamında kuruma sebebi çevresel su ihtiyacının dikkate alınmamasıdır.
2021 yılında Tuz Gölü’nde ikibinin üzerinde flamingo yavrusu susuzluktan ölmüştür. 2022 yılında ise onbeşbine yakın ölümle karşı karşıya kalmış, civardaki bir kuyudan borularla can suyu verilmiştir.
Eğer Tuz Gölü’nü besleyen Ihlara (Uluırmak) Çayı, Peçenek Deresi ve İnsuyu Deresi üzerine kurulan barajlardan Tuz Gölü’nün çevresel ihtiyacı olan su bırakılmış olsaydı flamingo yavruları ve bilemediğimiz daha binlerce canlı susuzluktan ölmeyecekti.
Tuz Gölü’nde ve daha pek çok alanda Yönetmelik hükümleri uygulanmamakta, Yönetmeliğe aykırı uygulamalar yapılmaktadır.
Bu Yönetmelik Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olup Yönetmelik hükümlerini Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yürütmekle yükümlüdür.

Hangi nedenle olursa olsun Çevre Kanunu veya Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde yer alan sulak alan tanımı kapsamındaki bir alan kurutulamaz. Kurutma fiilinde bulunanlar (şahıs, özel sektör veya kamu kurumu her kim olursa) Çevre Kanunu ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin aşağıdaki maddeleri gereği suç işlemiş sayılırlar.
Kanun şahıs arazilerine bir ayrıcalık getirmemiştir. Kurutulan veya doldurulan arazi sulak alan karakteri taşıyorsa şahıs arazisi de olsa alanın doğal yapısının ve ekolojik karakterinin korunması esastır, kurutulamaz ve doldurulamaz.
Çevre Kanunun 9. Maddesi (e) bendi ile Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 7. Maddesi doldurma ve kurutma ile Yönetmeliğin 8. Maddesi ise su alımı nedeniyle sulak alanın ekolojik karakterinin ve fonksiyonlarının olumsuz yönde etkilenmesiyle ilgilidir.
Çevre Kanunun 9. Maddesi, e-bendi;
“Sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunması esastır. Sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamaz. Bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline getirilir.”
Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 7 ve 8. Maddeleri;
Madde 7- (1) Sulak alanların doldurulması ve kurutulması yasaktır. Bu yolla arazi kazanılamaz. Bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline getirilir.
Madde 8 – (1) Sulak alanların ekolojik karakterini ve fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyecek ölçüde yerüstü ve yeraltı suyu alınamaz, sistemi besleyen akarsular ile diğer yüzey suların yönleri izinsiz değiştirilemez veya sistemde su depolanamaz.
Çevre Kanunun 9. Maddesi ve Sulak Alanların Korunmasına yönelik aykırı fiillere ilişkin cezai hükümler Çevre Kanunu’nun 20. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre uygulanacak idari para cezaları her yıl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yayımlanan tebliğle kamuoyuna duyurulmaktadır. 2022 yılı için “Biyolojik çeşitliliği tahrip edenlere ve ilan edilen Özel Çevre Koruma Bölgeleri için tespit edilen koruma ve kullanma esaslarına aykırı davrananlara ve sulak alanlar için yönetmelikle belirlenen koruma ve kullanım usul ve esaslarına aykırı davrananlara 109 bin 593 lira ceza verilmesi öngörülmüştür.


Yaban Hayatı

1. Öncelikle kamp yapmak için yasal ve izinli alanlar tercih edilmelidir. Yasal olmayan alanlarda kamp yapmak hem cezai yaptırımlarla karşılaşmanıza hem de çevreye zarar vermenize neden olabilir. 

2. Yaban hayvanlarının yuvalandığı ve beslendiği bölgelerden uzak durulmalı ve yabani otların ve bitki örtüsünün üzerine kurmaktan kaçınılmalıdır. Yiyecekleri ve atıkları doğru şekilde saklamak, yaban hayvanlarının kamp alanınıza gelmesini önleyecektir. Yiyecekleri sıkıca kapatılmış kaplarda ve kampta uygun bir şekilde saklayın. Yiyecek atıklarını doğru şekilde imha edin ve çevreyi temiz tutun. 

3. Evcil hayvanlarınızı kamp alanında kontrol altında tutun ve onların yaban hayvanlarını rahatsız etmesini önleyin. Evcil hayvanlar, yaban hayvanları için potansiyel bir tehdit oluşturabilir ve doğal davranışlarını bozabilir. 

4. Yüksek sesler çevredeki yaban hayvanlarını ürkütebilir ve kaçmalarına neden olabilir. Kamp alanında yüksek sesle müzik çalmaktan veya gürültü yapmaktan kaçının.

5. Sadece gözlem yapın. Yaban hayvanlarını yakalayarak sevmeye çalışmak, temas etmek tehlikeli ve zararlıdır. Kamp alanında yaban hayvanları gözlemlemek güzel bir deneyim olabilir, onları izlerken sessiz ve saygılı olun, uzak bir mesafede kalın.

6. Kamp alanınızda gece aydınlatmasını mümkün olduğunca azaltın. Aşırı ışık yaban hayvanlarını rahatsız edebilir ve doğal davranışlarını bozabilir.

7. Çevreyi temiz tutmak, yaban hayvanlarının kamp alanınıza çekilmesini önleyecektir. Çöpleri ve atıkları toplayın ve doğru şekilde imha edin.

8. Yaban hayvanlarını yemek artıkları ile beslemeye çalışmayın. Verdiğiniz gıdalar onlar için hem uygun besinler olmayacak, sağlıklarını etkileyecek, hem de hazır besinlere alışmaları sizden sonra gelen kampçılardan da gıda beklentisine girmelerine neden olacaktır. Bu durum doğal davranışlarını bozabilir. Unutulmamalıdır ki yaban hayvanlarını hayatta tutan insanlara karşı olan korkularıdır. Tüm yabani hayvanlar besin bulmak için enerji sarfetmek istemezler. Besin bulmak için kullanacakları enerjiyi av olmamak ve hayatta kalmak için kullanmayı tercih ederler O nedenle hazır gıdaya alışma riskleri yüksektir. Ancak besin aldıkları için insanlardan kaçmamaları gerektiğine ikna olan yaban hayvanları, kötü niyetli kişiler için kolay av olabilirler. Doğal dengeyi bozmamak için yaban hayvanlarını besleme davranışlarından uzak durmalıyız.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Doğada bulunmak insanlara huzur veren bir aktivitedir. Üzerinde yaşadığımız dünyada yalnız olmadığımızı ve bizden farklı çeşit çeşit hayvanlar ve bitkilerle bir arada olduğumuzu hatırlatır. Yaşam karmaşasından uzaklaşmak istediğimizde doğaya çıkarız. Ancak doğada olmak bizler için mangal yakmak ve piknik yapmak anlamına gelmemelidir. Mangal ve piknik için yaşadığımız bölgedeki mesire alanlarını kullanmamız gerekir. Doğada yürürken orada misafir olduğumuzu unutmamamız, nasıl evimize gelen misafirlerden bazı beklentilerimiz var ise, doğanın gerçek sahiplerini rahatsız edecek hal ve tavırlara girmemiz gerekir. Bu bilinç halinde yürüyüşe çıktığımızda hem farkındalıkla etrafı keşfetmiş oluruz hem de ev sahiplerini daha çok tanırız. Öyleyse ideal bir doğa yürüyüşü nasıl olur, sıralayalım;

1. Doğa yürüyüşü yaparken mümkün olduğunca sessiz olmaya çalışın. Gürültülü konuşmalar, yüksek sesle müzik veya diğer yüksek sesler, yaban hayvanlarının rahatsız olmasına neden olabilir. Doğada olduğunuz vakitler eğer bahar ayları ise hatırlayın ki birçok canlı o dönemde çiftleşme telaşesinde ya da çoktan kuluçkaya yatmış ya da yavru büyütüyor. Çıkardığınız gürültüler belki bir kuşu ürkütüp yuvasından kaldıracak ve uzun süre sizin varlığınızdan dolayı yuvaya gelemeyip yavrularını besleyemeyecek. Belki gürültünüzden etkilenen kuş yavruları ürkerek yuvalarından düşecekler. Bunlar olsun istemeyiz. O halde doğada dinginliğimizi koruyalım.
Eğer ayıların yaşadığı bölgelerde yürüyüş yapacak isek durum biraz değişmektedir. Kendi güvenliğimiz için ayılarla karşılaşmamak adına sesli şarkı söylemek, sesli konuşmak ve varlığımızı belli etmek gerekli olacaktır. Doğa yürüyüşlerine yalnız gitmemek de güvenliğiniz açısından gereklidir. 

2. Yavaş ve Sakin Hareket Edin: Yaban hayvanları ile karşılaşırsanız yavaş ve kontrollü bir şekilde hareket edin. Ani hareketler, yaban hayvanlarını ürkütebilir ve onların kaçmasına veya savunma davranışı sergilemesine yol açabilir.

3. Yol ve Patikalardan Ayrılmayın: Yaban hayvanlarının doğal yaşam alanlarını korumak için belirlenmiş yollar ve patikalarda kalın. Yaban hayvanlarının yaşam alanlarına zarar vermemek için çimenlik alanlara veya hassas bölgelere girmeyin.

4. Yaban Hayvanlarına Mesafeli Durun: Yaban hayvanlarını izlemek güzel bir deneyim olabilir, ancak onlara müdahale etmeyin ve yakından rahatsız etmeyin. Yeterli mesafeyi koruyarak onların doğal davranışlarını gözlemlemek daha uygun olacaktır. 

5. Evcil Hayvanlarınızı Kontrol Edin: Evcil hayvanlarınızla doğa yürüyüşüne çıkarken, onları kontrol altında tutun ve diğer yaban hayvanlarına zarar vermemelerini sağlayın. Evcil hayvanlar, yabani yaşam için potansiyel bir tehdit oluşturabilir.

6. Çöpleri Toplayın ve Geri Dönün: Yürüyüş sonrasında çöplerinizi toplayın ve doğal çevreyi temiz bırakın. Çöpler, yaban hayvanlarının besin kaynağı olarak kullanabileceği ve çevreye zarar verebilecek unsurlardır. Geride bıraktığınız sadece ayak izleriniz olsun.

Ve en önemlisi çevre kirliliği oluşturmamak ve küresel iklim değişikliği etkilerini azaltmak için tek kullanımlık plastik ürünleri kullanmaktan vazgeçin… Su için mataranızı, sıcak içecekler için termosunuzu yanınızda taşıyın. 

 Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Bahçenizdeki çalıları, otları ve yüksek bitki örtüsünü düzenli olarak keserek yılanların saklanma alanlarını azaltabilirsiniz. Aşırı bitki örtüsü, yılanların bahçenize girmesini ve gizlenmesini kolaylaştırabilir. Bahçenizin etrafına sıkıca bir çit çekmek, yılanların bahçenize girmesini önleyebilir. Çitin alt kısmını toprağa gömerek yılanların altından geçmesini engelleyebilirsiniz. Yılanların bahçenize girişini engellemek için bahçenizdeki kaya ve taşları düzenleyebilirsiniz. Büyük kaya ve taşların altında yılanlar saklanabilir, bu nedenle bu tür alanları azaltmak önemlidir. Yılanların bahçenize girişini engellemek için kapılarınızın altına sızdırmazlık şeritleri takabilirsiniz. Bu sayede yılanların dışarıdan içeri sızmasını engellemiş olursunuz. Bahçenizden yiyecek artıklarını ve çöpleri düzenli olarak temizleyin. Yiyecek artıkları ve çöpler, yılanların bahçenize gelmesini çekebilecek potansiyel besin kaynakları olabilir. Yılanlar su ihtiyaçlarını gidermek için su kaynaklarına yönelebilirler. Bu nedenle, bahçenizdeki su birikintilerini ve saksı tabaklarını düzenli olarak kontrol edin ve suyu boşaltın. Bahçenizde yılanlarla karşılaşmamak için alacağınız önlemlerle yılanların bahçenize girmesi engellenebilir. Ancak, doğal yaşam alanlarına saygı göstermek de gereklidir. Bahçeniz sizden önce onlara ait ise birlikte yaşamanın ortak yolunu bularak onları da yaşam alanlarında bırakabilirsiniz. Üzerine basmadığınız sürece bahçenizde sizinle birlikte huzur içinde yaşayıp gidebilirler ve sizleri olası fare ve böcek istilalarından koruyabilirler.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yılanlar, genellikle insanlardan uzak durmaya çalışırlar ve saldırganlık göstermezler. Yılanla karşılaştığınızda paniğe kapılmadan sakin olun. Sessizce hareket edip, yılanı rahatsız etmeden uzaklaşmak en güvenli yoldur. Yılanları yakından incelemek veya onlara dokunmak tehlikeli olabilir ve size zarar verebilir. Bu nedenle, yılanlarla fiziksel temas kurmaktan kaçının. Yaşam alanınıza yılan girmiş ise öldürmek yerine zarar vermeden alandan uzaklaştırmaya çalışın ya da yılanın tehlikeli olduğunu düşünüyorsanız bölgenizdeki doğa koruma yetkililerinden yardım isteyin.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yılanlar insanlığa faydalı, birer biyolojik silahtır. Çünkü zararlı ve hızlı çoğalan böcek, kemirgen ve diğer küçük memelileri avlayarak popülasyonlarının kontrolünde önemli rol oynarlar. Bu sayede, tarım alanları ve ormanlar gibi ekosistemlerde zararlı türlerin aşırı çoğalmasının önüne geçerler. Yılanların bu hizmeti olmasa tarım arazilerimizde zararlı canlılardan korunmak için daha çok kimyasal ilaç kullanmamız gerekebilirdi. Bu da daha çok zehirlenmiş toprak, su ve hava demek olurdu. Yılanlar, yırtıcı hayvanlar için besin zincirinde önemli bir halka olmanın yanı sıra toprak içinde dolaşarak ve yedikleri diğer organizmaları parçalayarak, toprak dengesini korurlar ve toprak kalitesini artırırlar. Yılanlar, ölü hayvanları yiyerek ve parçalayarak leşleri temizleyen önemli bir türdür. Leşleri temizlemek, hastalıkların yayılmasını önler ve ekosistemde besin zincirinin devamını sağlar. Ülkemizde ölümcül zehir taşıyan tehlikeli yılan sayısı çok azdır.
Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yılanlar, insanlık tarihi boyunca potansiyel bir tehdit olarak algılanmış olup, yılan korkusu evrimsel geçmişe sahip bir reaksiyondur. Dünya genelinde, birçok yılan türü zehirli ve insanlara zarar verebilen türlerdir. Bu nedenle, insanlar yılanlara doğal bir tehlike olarak bakmış ve onlardan kaçınma davranışı geliştirmiştir. Birçok kültürde ve mitolojide yılanlar kötü semboller ve tehlikeli varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu tür algılar, insanları yılanlara karşı hassas hale getirmiştir. Yine yılanların insanları yutan veya zehirli ısırıkları ile hızlı ölümüne yol açan varlıklar olarak gösterildiği filmler, hikayeler yılan korkusunu daha da çok büyütmüştür. Yılan korkusu, evrimsel olarak tehlikeli yılanlardan uzak durmaya ve hayatta kalmaya yardımcı olmuş olabilir. Ancak, modern zamanlarda çoğu yılan türü insanlar için herhangi bir tehlike oluşturmamaktadır. Yaşadığımız çağda iklim krizi, habitat kaybı, yoğun kimyasal kullanımı gibi sebeplerle yılanlar da sayısal olarak azalmaktadır. Ayrıca yılan korkusu nedeniyle insanlar yılanları gördükleri her yerde öldürmeye yeltenmektedirler. Oysa yılanların ekosistem için büyük yararları vardır. Onları öldürürken ya da öldürülmelerine şahit olurken bir daha düşünün. Yılanların ekosisteme katkıları isimli bölümü okuyarak bilgi sahibi olabilirsiniz.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yaban domuzlarının doğal ekosistemlerde önemli rolleri vardır. Toprak ve bitki döngüsüne katkı sağlarlar. Toprakları kazarak ve bitkileri tüketerek ekosistemde önemli bir rol oynarlar. Toprakları karıştırarak, bitkilerin toprak besin maddelerine ulaşmasını kolaylaştırır ve bitki döngüsüne katkıda bulunurlar. Yaban domuzları, besin ararken yedikleri meyve ve bitkilerin tohumlarını dışkılarıyla yayarak bitki yayılımına katkı sağlarlar. Bu durum doğal bitki çeşitliliğinin artmasına ve ekosistemin çeşitliliğinin sürdürülmesine yardımcı olur. Yaban domuzları, ölü hayvanları yiyerek ve parçalayarak leşleri temizleyen önemli bir türdür. Leşleri temizlemek, hastalıkların yayılmasını önler ve ekosistemde besin zincirinin devamını sağlar. Yaban domuzları, avcıların ve yırtıcıların besin zincirinde önemli bir halkadır. Doğal avcıların besin kaynağı olarak hizmet eder ve ekosistemin dengesini korur. Bitki kontrolünde rol alırlar ve zararlı bitki türlerinin çoğalması ve aşırı büyümelerini engellerler. Yaban domuzları, doğal yaşam alanlarını kazarak ve çeşitli şekillerde şekillendirerek diğer yaban hayvanları için de barınak sağlarlar. Ayrıca yaban domuzlarının dışkıları, toprağın gübrelenmesine ve besin maddelerinin geri dönüşümüne katkı sağlar. Yaşamaları için ne çok gerekçeleri var. O halde onları öldürmek değil, kendi tarım ürünlerimizi korumak olmalı amacımız. 


Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yaban hayvanlarının rehabilite edilmesi ve doğal yaşam alanlarına bırakılması, uzman ekipler ve doğa koruma kuruluşları tarafından dikkatli ve özenli bir şekilde gerçekleştirilen bir süreçtir. Bu süreç kısaca şu şekilde gerçekleşir;

1. Yardıma muhtaç yaban hayvanının doğadan alınıp uzman kişilere teslim edilmesi

2. Uzman Ekip ve Rehabilitasyon Merkezi: Yaban hayvanlarının rehabilite edilmesi için veterinerler, biyologlar ve hayvan bakım uzmanlarından oluşan bir ekip rehabilitasyon merkezinde yaban hayvanlarının bakımını ve tedavisini gerçekleştirir.

3. Tıbbi Müdahale ve Bakım: Hayvanın sağlık problemine göre gerekli tıbbi müdahaleler yapılır ve tedavi süreci başlatılır. Bu süreç boyunca hayvan için özel bir bakım alanı sağlanır. Stres yaban hayvanı için ölümcül olabileceğinden az kişi ile hızlı bir tedavi süreci gerçekleştirilmelidir. Bu tedavi sürecinde hasta hayvanlar genellikle kendileri yemek yiyemez ve el ile yada gavajla özel beslenmeye ihtiyaç duyarlar.

4. Rehabilitasyon süreci: İlaç tedavisi biten ve kendisi yemek yemeye başlayan yaban hayvanları doğaya dönmeden önce gerekli bedensel egzersizleri yapabilecekleri bir alana alnırlar. Bu alanlarda rehabilite edilirken doğal davranışlarına uygun bir şekilde davranmaları ve sosyalleşmeleri için imkanlar sağlanır. Hayvanın türüne ve ihtiyaçlarına göre doğal yaşam alanlarına benzer bir rehabilitasyon alanı oluşturmak, mümkünse aynı türden canlıları bir arada tutmak sürece fayda sağlar.

5. Rehabilitasyon sürecinin takibi: Rehabilitasyon süreci boyunca, yaban hayvanlarının sağlık durumu ve davranışları düzenli olarak izlenir ve değerlendirilir. Rehabilitasyon merkezindeki uzmanlar, hayvanların doğal yaşama dönmek için hazır olup olmadığına karar verir.

6. Serbest Bırakma ve İzleme: Genellikle yaban hayvanları hasta iken bulunup getirildikleri alanlara geri salınırlar. Bunun nedeni hayvanın o bölgeyi daha önceden tanımasıdır. Yeni bir bölgeyi tanımak zaman alabilir. Yem ve su kaynaklarının yerini biliyor olması doğaya yeniden adapte olma sürecini hızlandırır. Bulunduğu yere salım mümkün değilse türe özgü uygun bir habitat seçilerek salım yapılır. Salım sonrası izleme çalışmaları henüz yaygın olarak yapılmamakta ve doğaya dönüşlerde hayatta kalış başarıları net olarak bilinmemektedir. Yaban hayvanlarının rehabilite edilmesi ve doğal yaşam alanlarına bırakılması, yaban hayvanlarının korunması ve sürdürülebilirliği için önemli bir rol oynar. Ancak yaban hayvanlarının doğaya dönüş başarısı düşüktür. Bunun sebebi ölümün kıyısında iken insanlar tarafından fark edilmeleri ve o noktaya gelene kadar saklanabilmeleridir. Ağır ve gecikmiş vakalarda kurtuluş mümkün olmamaktadır. Doğaya yeniden dönen canlılarında hayata eski günlerindeki gibi tutunup tutunamayacakları belirsizdir. En kıymetlisi doğadaki sağlıklı canlıları tehditlerden korumak ve habitatların sürdürülebilirliğini sağlamaktır.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yaban Hayvanlarının Doğal Yaşam Alanlarını Korumak: Habitat tahribi yaban hayvanları için ölümcüldür. Yaban hayvanlarının en büyük ihtiyacı doğal yaşam alanlarıdır. Doğal alanların korunması ve tahrip edilmemesi için çevre bilincini artırmak ve çevre dostu alışkanlıklar benimsememiz önemlidir. Doğal yaşam koridorlarının oluşturulmasını ve ekolojik köprülerin kurulmasını teşvik etmek, doğal alanların mesire alanlarına dönüştürülmesine engel olmak, doğada mangal yakmamak, çöplerimizi bırakmamak, plastik kullanımımızı azaltmak, kimyasal kirliliğe dikkat etmek, tüketim alışkanlıklarımızı doğaya dost şekilde değiştirmek ve tüketim çılgınlığımızın farkına varmak yapılabilecekler arasında sıralanabilir.

Bahçemizde yaban hayvanlarına besin ve su sağlamak:
Çok soğuk kış aylarında ve aşırı sıcak yaz aylarında yemlikler koymak ve doğal su birikintileri oluşturmak bahçemize sığınan yaban hayvanları için önemli bir destek olacaktır.

Yaban Hayvanlarını rahatsız etmemek ve zarar vermemek: Yaban hayvanları ile karşılaşmalarda insanlarla doğrudan temas onlar için stresli olacağından rahatsız etmeden ortamdan uzaklaşmak uygun olacaktır. Yaban hayvanlarına zarar verecek etkinliklerden uzak durulmalı ve özellikle kaçak avcılığa karşı duyarlı olunmalıdır.
Yabani Hayvanlarla çatışma içerisine girmemek: Doğal ortamlarında yaban hayvanlarına yaklaşmamak her iki tarafın güvenliği için gereklidir. Ayrıca ekili arazileri, kovanları, koyun sürülerini yabani hayvanlardan korumak için gerekli tedbirler alınmalı, çatışma yaşanmamalıdır.

Yardıma muhtaç yaban hayvanlarını ihbar etmek: Bakınız soru 1. YARALI BİR YABAN HAYVANI BULDUM. NE YAPMALIYIM?

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi

Yaban hayatı için birçok tehdit mevcuttur ve bu tehditler, yaban hayvanlarının yaşam alanlarının daralmasına, popülasyon azalmasına ve nesli tehlike altındaki türlerin sayısının artmasına neden olmaktadır.

Habitat tahribi ve kaybı: Sanayi devriminden sonra insanlığın doğa üzerinde yıkıcı etkileri hızlanmıştır. İnsan faaliyetleri, ormansızlaşma, tarım, kentleşme ve altyapı projeleri gibi nedenlerle yaban hayvanlarının doğal yaşam alanları daralmaya ve yok olmaya başlamıştır. Bu da yaban hayvanlarının göç yollarını, beslenme alanlarını ve üreme bölgelerini etkilemektedir.

Kaçak avcılık ve yabani hayvan ticareti: Yeryüzünde yaban hayatına yönelik insan kaynaklı birçok tehdit var iken avcılık bu tehditlerin ilk sırasında olmasa da önemli bir unsurdur. Yaban hayvanlarına karşı kaçak avcılık, av turizmi ve yasadışı ticaret, nesli tehlike altındaki türlerin sayısını hızla azaltmaktadır. Farklı türlerin yaşam alanlarından koparılarak eğlence amaçlı insan elinde yaşatılmaya çalışılması hem türlerin doğadaki popülasyonunu etkilemekte hem de esaret altında ömürlerini kısaltmakta, refah düzeylerini etkilemektedir. Özellikle egzotik hayvanlar ve yasa dışı hayvan ürünleri için talep, kaçak avcılığı teşvik etmektedir.

İklim değişikliği: İklim değişikliği, yaban hayvanlarının yaşam alanlarını ve besin kaynaklarını olumsuz etkilemektedir. Kuraklık sulak alanların daralmasına ve biyolojik çeşitliliği yüksek bu alanlarda yaşam kaybına yol açmaktadır. Sıcaklık değişiklikleri, yağış düzeninin bozulması ve deniz seviyelerindeki yükselmeler, yaban hayvanlarının dağılımını ve davranışlarını etkilemektedir.

Kirlilik: Çevresel kirlilik, su, hava ve toprak kalitesini bozarak yaban hayvanları için yaşam alanlarına ve besin kaynaklarına zarar vermektedir. Petrol atıkları, sanayi atıkları, ev atıkları, tarım ilaçları kimyasal kirliliğe yol açarken ve plastik atıklar makro düzeyde canlıların yaşamını tehdit etmektedir. Yapılan araştırmalar pasifik okyanusunda plastik atıklardan oluşan 7. bir kıta oluştuğunu belirtmektedir. Ayrıca gürültü kirliliği de yaban hayatını olumsuz etkilemektedir. Eğlence amaçlı kullanılan havai fişekler kuşları korkutarak ölümcül olmaktadır. Sulak alanların kenarında yapılan eğlence faaliyetleri alandaki kuşları ürkütmekte, kurbağaların eş bulmak için seslenişlerini baskılamakta ve üreme faaliyetlerine ket vurmaktadır.

İstilacı türler: İnsanlar tarafından petshoplardan alınan kırmızı yanaklı kaplumbağalar doğaya salındıklarında istilacı tür olabilecekleri gibi zamanında baraj göllerine salınan çin sazanları da istilacı tür olarak değerlendirilmektedir. İstilacı tür bulunduğu her ortama adapte olabilen ve ortamdaki diğer türlerin sürekliliğini tehdit eden canlılara verilen isimdir. İklim değişikliğinden dolayı su sıcaklıklarının ve akıntıların değişmesi ile birlikte balon balığının Akdenizde artması gibi, gemi gövdelerine yapışan yumurtalarla da farklı türler kıtalar arası yolculuklar yapabilmektedir. Yabancı türlerin istilası, yerel ekosistemlerde dengesizliklere neden olmakta ve yerli yaban hayvanlarının yaşamını tehdit etmektedir. İstilacı bitki ve hayvanlar, yerli türlerin kaybolmasına veya nesillerinin azalmasına yol açmaktadır.

Hastalıklar: Yine insanların sürekli hareket halinde olmalarından ve kendileri ile birlikte kimi zaman hasta evcil hayvanlarını da taşımalarından dolayı hastalıkların yayılım hızı artmaktadır. Daha önce karşılaşmadıkları hastalıklara karşı bağışıklık sistemleri hazır olmayan yabani hayvanlar ise bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Yaban hayvanları için bulaşıcı hastalıklar, popülasyonların hızla düşmesine neden olmaktadır.

İnsan-Yaban Hayvanı Çatışmaları: İnsan popülasyonun artması şehirleşmeleri gerektirmiş ve habitatları daraltmıştır. Tarım alanlarına zarar veren hayvanlar, yaban hayvanları üzerinde baskı kuran evcil hayvan saldırıları ve habitatları parçalayan yollardan dolayı artan trafik kazaları, insan-yaban hayvanı çatışmalarının örnekleridir. Koyun sürülerine zarar veren kurtlar, tarım arazilerine zarar veren yaban domuzları, kovanlara zarar veren ayılar verdikleri ekonomik zarardan dolayı toplum tarafından istenmeyen hayvanlar olmuşlardır. Oysa her canlının ekosistemde önemli bir görevi vardır ve yaşam onların da hakkıdır. Kurtların doğa da tüketecekleri yabani otçul memeli sayısının insan kaynaklı sebeplerden dolayı azalması kurtların sorumluluğu değildir. Yaşamını sürdürmek için kurtların büyük avlara ihtiyaçları vardır. Bu da kimi zaman koyun sürülerine saldırmalarına yol açmaktadır. Yine yabani hayvanların besin kaynaklarını oluşturan yabani meyve ağaçlarının ekonomik değeri olmadıkları düşüncesiyle zaman içerisinde kesilmesi ve sayılarının azalmasıyla yaban hayatında besin kıtlığı oluşturmuştur. Ormanlık alanlara yakın yerlerde ekilen araziler, kurulan kovanlar da açlık çeken yabani hayvanların doğal olarak ilgisini çekmektedir. Sonuç olarak beslenebilecekleri alanın daralması ve besin kaynaklarının azalması yaban hayvanı ve insan çatışmasını artırmıştır. Yaşam her canlının hakkıdır. Çatışmadan kaçınmak ve yaban hayatının sürdürülebilirliğini sağlamak insanın sorumluluğundadır. Öldürerek, yok ederek çözüme ulaşamayız.

Prof. Dr. Emine Hesna Kandır, Afyon Kocatepe Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi